Dünyanın bir köşesinde sessizce yaşamaya çalışırken biraz mutlu, biraz şanslı bir yaşamının olmasının bazı bedelleri olabilir mi? Bence olabilir.
Yorucu ve beter geçmiş bir günün ardından, sevimli bir film izleyip belki dişinin arasına kaçmış patlamış mısır tanesinden başka derdinin olmasını istemediğin bir akşam, filmdeki köpeğin öldüğünü görmek kadar berbat bir şey olabilir mi?
Keşke olmasa.
Filmi seçmeden önce doesthedogdie.com sayfasına girip, köpeğin ölüp ölmeyeceğini filme başlamadan önce öğrenip maruz kalmamayı seçebiliyorken yaşamda işler böyle yürümüyor. Fazla gerçek, fazla acı verici.
Gerçek yaşamda bir sonraki gün bir köpeğin ölüp ölmediğinden haberdar olduktan sonra o günü pas geçme seçeneğimiz olmadığına göre, bazı gerçeklikleri dibine kadar yaşıyoruz. Önce karşılaştığımız bu acılı durumu dindirmek için bir çocuk gibi ağlayarak tepinmeye başlıyoruz. Kısacası aşağıdaki videoda yer alan, Poor Things filmindeki Bella Baxter’ın İskenderiye'nin gerçeklikleri ile karşıllaştığında hissettiği gibi hissediyoruz.
Çoğu zaman biz de Bella'nın yaptığı gibi üzerine hiç düşünmeden, kendimizi duvarlardan duvarlara vuruyor; bizdeki bedellerini hiç düşünmeden gerekirse bedenimizden bir parçayı verecek kadar yardım etmek istiyor, yardım etmeye çalışıyoruz.
Kimimiz sosyal medyasında bir sürü paylaşım yaparak, kendinden çok da farklı olmayan diğer düz insanlardan oluşan üç beş kişilik takipçi listesiyle isyanını paylaşıyor, kimi imzalar topluyor imzalar atıyor, kimimiz direniyor, kimimiz bağırıyor, kimimiz kapılarda nöbet tutuyor bazılarımız ise herkese çok ama çok kızıyor...
Bu liste uzayıp gider.
Ve bir süre sonra İnstagram hikayelerinin bize sunduğu bir saniyelik alanı daha hızlı nasıl geçebileceğimizin yolunu arıyor, bizi artık çok üzen şeyler paylaşan birilerini usulca sessize alıyor, ortamlarda konuyu değiştiriyor ve hiç düşünmemeye çalışıyoruz. Hadi hep birlikte kabul edelim; bu kaçışlar bize iyi geliyor. Sessizce bir süper kahraman olamamış olmamızın yasını tutmaya başlasak da, yaşamımıza dönmeyi böyle başarabiliyoruz.
Kendini Batman’ın kurtardığı 50 kişilik ekibin içindeki bir düz insanın yerine koymaktansa, batmobile olmayı tercih edecek pek çok insan var elbette, bunu biliyorum. Bunu istiyoruz, çünkü tıpkı güzel prensesin karizmatik prensi günün sonunda bulup sonsuza kadar mutlu olduğu hikayelerdeki gibi, müthiş havalı süper kahramanın tüm dünyayı felaketlerden kurtardığı hikayelerle de büyüdük. İşte tam da bu yüzden etkimizin ve yetkimizin sandığımızdan da az olduğunu görmek bizi biraz yıkıyor olabilir. Peki bu durum aynı zamanda bizi koruyor olabilir mi? Hadi biraz bunun üzerine düşünelim.
Etkinin sınırlarıyla yaşamak her zaman kötü bir anlama gelmiyor olabilir mi?
Bence kişinin etkisinin sınırlarını, yani elinden geleni bilmesi, bir süper kahraman gibi bizi koruyan bir şey. İşte tam da bu yüzden kendimi abartmamaya çalışıyor, bana dair bazı gerçekliklerin beni korumasına izin veriyorum. İşte bu yüzden bir süper kahraman filminde, olsam olsam tam da şuralarda bir yerlerde olabileceğimi bilmek bana iyi geliyor:
Bir yandan da sanıyorum ki şu ortadaki karizmatik kurgusal beyin etrafını sarmış tüm düz insanlar olarak bir araya gelsek, baya süper bir şeylere dönüşebiliriz. Bu da umudumu koruyan bir düşünce.
O yüzden hep beraber kendi bireysel gücümüzü çok da abartmadan, Bella'nin yaptığı gibi İskenderiye’nin kırık merdivenlerinde kendimizi oradan oraya savurup yazık etmeden, diğer düz insanlara sinirlenmeyi bırakıp bir araya falan mı gelsek? Ya da belki bunları düşünmek de sana iyi gelmez ve sen bir süper kahraman olmak istersin, bu da güzel. Sen sana en iyi gelen ne ise onu yapmaya devam et. Sadece kendini çok şeyapmamaya çalış.
Not: Bu yazı yazılırken hiçbir süper kahramana zarar verilmemiştir.
Comments