Kaçımız pes etmenin zayıflık olduğu düşünerek büyüdük?
90’lar mıydı bunun sorumlusu yoksa Amerika’nın oyunları veya dünyayı yöneten bir grup aile miydi emin değilim ama sanıyorum ki pek çoğumuz pes etmenin korkunç bir şey olduğunu düşünerek büyüdük. Belki hala öyle büyüyoruz. Tam olarak neden böyle düşündüğümüz veya neden bize böyle öğrettikleri konusunda ben de emin değilim zaten bu kulağa uzman bireylerin işiymiş gibi geliyor. Ben madalyonun diğer tarafından bakacağım bugün.
Hani bazı günler vardır ya korkunç bi rüya görmüşsündür, unutsan da tüm gün gölgesi peşinde dolanır. Yatak seni bir beton gibi içine çeker, işe gitmen lazımdır. Evden çıkarken dakikalarca anahtarını aramışsındır, otobüsü kaçırmışsındır. O gün öğlen yemeğinde kapuska çıkmıştır, suratında devasa bir sivilce. Birileri hasta mısın diye sormuştur, hasta değilsindir. Her gününü son gününmüş gibi yaşamanı tavsiye eden uzmanımsı bireyler aklında belirir. O anlarda beynin Kanal D’nin sabah programlarındaki konuklarını ağırlamaya başlamış, üzerine bir de konuk yaşam koçuyla konuk beslenme uzmanı birbirine girmiştir. Tam bir kaos.
Günün düz başlamıştır, kapuska yavanlaştırmıştır ve bir de son dakika iş gelmiş belki mesaiye kalmışsındır ve… Hoşgeldin boktan gün bebek. Artık bir şeyleri düzeltmeye çalıştıkça da iyice eline yüzüne bulaştırırsın, çamura döner.
Elbette pek çok insan gibi ben de bazı günlerin gerçekten de biraz boktan olabileceğinin farkındayım. Bana bu günler konusunda tuhaf gelen başka bir şey var, aslında o konuyu konuşmak istiyorum.
Geçtiğimiz günlerde annem sayesinde yeni bir hobinin kilidini açtım. Fırçasıyla tuvaliyle havalı bir şey. Eve geldim, yepyeni guaj boyalarımın naylonunu büyük heyecanla açtım. Boyaları yepyeni plastik şeysinin üzerine tek tek döktüm, hangi renkten ne kadar almam gerektiğini bilmiyorum ama aklımda bir şeyler var, aklımdaki hali mükemmel. Biraz ondan, biraz bundan derken, hop! Aklımdaki şeyin temelini mükemmel şekilde atmışım. Yani, kendime kadar mükemmel. Şöyle bir şey:
Etraftan övgüler topluyorum. Etraf: annem, ablam ve eşim. Olsun. Mutluyum. Mükemmele erişmişim ve tabi ki ekleyeceğim detaylarla belki de bu işe yeni başlayan biri için müthiş güzel bir şeyler çıkaracağım. Bu yüzden çok dikkatli olmalıyım, yüzüme gözüme bulaştırmamalıyım.
Ve ertesi gün yine güzel bir müzik, bir kadeh şarap ve gururlu halimle tuvalin karşısına geçtim. Ne var ki, uzaylılar ya da büyücedünyadan birileri bana müdahale etmiş olmalı. Bir şeyler ters gitti.
Boyalar birbirine giriyor, fırçanın ucundan damlayan sular tuvalin her yerine dağılıyor, oran orantılar ortamı terk ediyor. Hırslanıyorum. Bir kat daha ekliyorum. Düzelmiyor. Gidip gelip bir kat, beş kat, boyalarca boya çekiyorum, silemediğim gibi üzerine eklediğim her bir kat daha da çamurlaşıyor. En son çamurlar akıyor, boyalar kuruyor ve resim çatır çatır çatlamaya başlıyor ve ben GTA oynarken elektrikler kesilmiş de ilerlemesi silinmiş çocuk gıcıklığı ile tuvali terk ediyorum.
Bazen olmaz.
Pekala bunu kendime de sık sık tekrar etsem iyi olacak. Bugünlük hep birlikte tekrar edelim:
Bazen olmaz ve olduğu gibi bırakmak en iyisidir.
Tekrar ediyorum; olduğu gibi bırakmak,
en iyisidir.
Oldurmaya çalışmadan, bırak kalsın.
Sen de benim gibi bir şeyleri zorladıkça onları çamurlaştırdığın hissine aşina mısın?
Berbat geçen günün, berbat kalmasını; yemekteki kapuskanın varlığını kabul etmeyi; o gün de bok gibi hissetmeyi ve bazen sadece pes etmeyi normalleştirmesek mi? Ya da elimizde kalan bir iki renkle eğlenmeye de çalışabiliriz.
✨No offence✨ Bok derken, kaka anlamında. Kapuskalar da başımızın tacıdır.
Comments